31 Mayıs 2017 Çarşamba

NOTRE DAME DE STRASBOURG



NOTRE DAME DE STRASBOURG





     Bu yazımda sizlere Alsace gezimizin başlarında ziyaret ettiğimiz, Petite France'ta bulunan, uzaklardan kulesinin göründüğü, devasa bir katedral olan Notre Dame de Strasbourg Katedrali'nden bahsetmek istiyorum. 
     Hem gezerken hem de buraya yazacaklarım konusunda araştırma yaparken çok keyif aldığımı belirtmeliyim öncelikle. 






    B ve C sınıfı olarak yaptığımız bu gezide ara ara şehirde serbest zaman dediğimiz, herkesin istediği gibi dolaştığı saatler oldu. Petite France'ta ortak gezdiğimiz yerler içerisinde bu muazzam katedral yoktu. Ben de arkadaşım Duru'ya "Bak Duru, şu katedrale girmemiz lazım. Keşfedemezsem içimde kalır!" diye yalvarınca birlikte gitmeye karar verdik. 
   Maalesef serbest zamanda bizim grubumuzdan katedrali gezen öğrenciler sadece biz ikimizdik. Arkadaşlarımın böyle bir şaheseri kaçırması beni çok üzdü. Ama ne yapalım, tercih meselesi (!)



    Tipik Alsace tarzında, sivri çatı ve pastel renkler üzerinde çizgili desenleri olan, evlerden ve restoranlar ile dolu dar sokaklardan sonra çıktığınız alanda gördüğünüz kocaman, gotik mimarideki yapı insanı büyülüyor.



  İçeriye girdiğimde ilk fark ettiğim şey akustik oldu. Sesler kulaklarıma daha derinden ulaşıyordu. Karşıya ilk baktığımda hemen parlayan haç işaretini ve camlardan yansıyan ışıkları gördüm. Size bir tavsiye - şu ana kadar gezdiğim katedrallerde gördüğüm kadarıyla - bir katedrale girdiğinizde sadece karşıya bakmayın. Arkanıza döndüğünüzde yani ana duvarın karşısındaki insanların pek dikkatini çekmeyen duvara baktığınızda, ikinci büyülenme gerçekleşiyor.



  Şu camın üzerine işlenmiş desenlere bakar mısınız!!! Muhteşem. Kameramı camın üzerinde odakladıktan sonra parlaklığı azaltınca, böyle bir fotoğraf ortaya çıktı. Bu cam, 14. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış.




   12. yüzyılın sonunda inşaatına başlanmış olan bu yapının çan kulesi 142 metre ve bu kulenin inşaası 1419' dan 1439 yılına kadar sürmüş.





     Bu orgu görünce inanılmaz heyecanlandım. İlk defa canlı canlı gördüm. Orgda ve en eski barok tarzda piyanolarda çalınan parçaları çalabiliyorum. Umarım bir gün bu deneyimi yaşarım





   Üstteki resimde görmüş olduğunuz Astronomik Saat ( L'Horloge Astronomique) güzel katedralimizin en meşhur nesnelerinden. Ahşaptan ve taştan yapılmış olan bu saatin üzerinde ud çalan heykelcikten arp çalanına, hafif ürkütücü ve ölümü temsil eden iskeletinden, yaşamı temsil eden İsa Peygamber'in aydınlık görüntüsüne kadar bir sürü küçük ayrıntı var. 
   Astronomik Saat'e "Üç Kralın Saati" de deniliyomuş.

    


     Katedralden aldığım dergiden okuduğum bilgilere göre eskiden bir horozu varmış bu saatin. Bu horoz gün içinde üç kez görünüp şarkı söylüyormuş. Horoz (1354 ) şimdi Dekoratif Sanatlar Müzesi' nde sergileniyor.




Yine dergiden çektiğim bir fotoğraf.  Hangi gündeysek ona göre üstteki figürler çıkıyor. Tekerleklerde:

La Lune - Lundi
(Ay- Pazartesi)

Mars- Mardi
(Mars- Salı)

Mercure- Mercredi 
( Merkür - Çarşamba)

Jüpiter- Jeudi
( Jüpiter- Perşembe)

Venus- Vendredi
(Venüs- Cuma)

Saturne- Samedi
( Satürn- Cumartesi)

 Le Soleil - Dimanche
(Güneş- Pazar)

yazıyor.  Pazar bir önceki sayfada bulunuyor. Günler Roma Tanrıları'nın isimleri ile anılmış. Pazar hariç ama pazarın gösterildiği vagonda da Apollon oturuyor.





Mevsimler, burçlar, ayın ve güneşin doğuşu batışı da süslü bir şekilde gösterilmiş. 

   Saat ise iki küçük melek tarafından gösteriliyor.




   Yıldızların konumunu bile gösteren bu saat o zaman için çok gelişmiş bir icat. Beni hayretlere düşürdü açıkçası.

Katedralin içindeki satış yerinden bunları aldım:









     Diğer fotoğraflar:
                         Dilek dileyen insanların yaktıkları mumlar

                       Katedrale giden yollardaki restoranlar

                                     Katedral Meydanı

Petite France' taki kanal.



   Ben Orta Çağ'dan kalan yerleri gezdiğimde kendimi çok huzurlu hissediyorum. Nedenini bilmiyorum. Özellikle gotik mimariye sahip binaların içine girince bana çok tanıdığım yerlermiş gibi geliyorlar. Sanırım o zamanlarda yaşamalıymışım...

Haut-Koenigsbourg Şatosu


           Orta Çağ'a Yolculuk: HAUT- KOENIGSBOURG ŞATOSU



              12. yüzyılda inşaasına başlanmış olan bir şato... Zamana meydan okumuş ve sapasağlam ayakta. Sınıfça yaptığımız Alsace gezisi duraklarından beni en çok büyüleyebilenler arasına girmiş olan yapıt. Başlıktan da anlayabileceğiniz gibi Haut-Kœnigsbourg Şatosu'ndan bahsediyorum. Sizlere bu yazıda tarihine, yaşadığı olaylara değinmek istemiyorum. Ben kendi yaşadığım duyguları sizlere de olabildiğince yaşatmaya çalışacağım.

     Baştan belirtmeliyim ki bu şato öyle bir saatte, iki saatte tamamını gezebileceğiniz bir yer değil. Gezdiğinizi zannedebilirsiniz, o ayrı, ama tam anlamıyla sayılmaz. Aşağıda  bulunan fotoğraf kümesinde üstte bulunan ikisini inceleyin lütfen. Sisler içinde, sahip olduklarını sır gibi saklamaya çalışan bir bina. Çok yükseklerde, gözlerden uzak... İçine girdiğinizi hayal edin şimdi de, sol alt köşede bulunan giriş kapısının ne kadar süslü ve minik detaylara sahip olduğunu fark ettiniz hemen. Ah, bir su borusu var köşede, göze çarpmayan. Ne kadar da ilginç bir nesne. Halbuki sadece bir boru. 



   Daha da ilerlediniz. Küçük bir bank buldunuz, oturup gözünüzü kapattınız. Bir anda önünüzde yürüyen değişik kıyafetli şato sakinleri, zırhlı askerler ve herkesin önünde eğildiği insanlar belirdi. İşte şu anda, şatonun canlı olduğu orta çağ dönemine uçtunuz. Oturduğunuz bankı adeta bir zaman makinesi gibi kullandınız.
     Orta Çağ demişken mimari anlamda tipik bir orta çağ yapıtı.


       Odalar görüyorsunuz. Ahşap mobilyalar, seramik ve her milimetresine kadar işlenmiş sobalar, bir kolon üzerinde duran figür, kapının üstünde kendine bir yaşam alanı kurmuş olan yabani domuz başı bulunuyor etrafta. Mucizevi, inanılmaz...  Hiçbir detayı atlamayın, onlar sizin zihninizde birleşip bir bütün oluşturacaklardır.
   Aşağıdaki fotoğraflar bütününde sağ alt köşede konumlanmış mutfağa vardınız. Kim bilir, orada hangi insana, ne yemekler yapıldı. "Acaba başka mutfak var mı?" diye bir düşünce geçti usunuzdan çünkü bir mutfak tüm şato sakinlerine nasıl yetsin. Elbette göremediğimiz, ya restore edilen ya da kapalı tutulan bir sürü mekan var. Onları görememek üzücü.
    



 Fotoğraflarda da görebildiğiniz, ortak toplantı salonuna ulaştınız. Kafanızı kaldırdınız ve şaşırdınız. O zamanlar elle çizilip boyanmış motifler, çok süslü bir yazı, at üzerindeki şövalye, avizedeki geyik başı, bayraklar ve daha bir sürü şeyle dolu bir tavan. Anlıyorsunuz ki şato dizayn edilirken, ormanda yaşayan hayvanlar ölü ya da resime dönüşmüş bir şekilde kendilerini gösteriyorlar. Hayvanları bu şekilde kullanmak, o zamanın insanları için gücü ve bereketi sembolize ediyordu belli ki.
   Pencere üstündeki ahşap kısma oyulmuş olan önemli insanlar da gözünüzden kaçmış değil tabi ki. 



      Üzülerek belirtmeliyim ki çıkışa yaklaştınız. Her girdiğiniz kapı hayal dünyanızı genişlettiği gibi bu kapılar da aynı görevi üstleniyor. O kadar çok ilginizi çekecek şey var ki, başınız döndü. Sakin olun, yavaş yavaş hepsini inceleyebileceksiniz, merak etmeyin. Odanın sol çaprazında, özel bir cam içinde korunan, metal, ihtişamlı bir taç bulunuyor. Üzerinde bir hayvan ile tabi. Sağda, ordunun kazandığı madalyonlar; aşağıda savaşta ve avlanmada kullanılan keskin aletler, zırhlar ve savaş araçları var. Silahlar, sahibi olan kişinin halk içindeki sınıfına göre süslenmiş. 
    Hey! Keskin aletlerin arkasında camın üst kısmındaki motifleri incelemeyi unutmayın lütfen. 




       Maalesef sona geldiniz, şatoyla vedalaşma zamanı. Ancak üzülmeyin. O kadar güzel gezdiniz ki uzun yıllar boyunca neyin nerede olduğunu hatırlamaya devam edeceksiniz.



Diğer fotoğraflar: 
























                             Okudunuz için teşekkürler...



L'orientalisme au Musée de Pera

                              La mélodie orientale en Europe  "Orientaliste: Homme qui a beaucoup voyagé."- Gustave Flaube...