Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Kütüphane-i Umumi Osmani,
Kedili Kütüphane...
Yüz otuz dört yıldır değişik isimlerle kendinden bahsettirmiş ve son olarak kendisinin "Beyazıt Devlet Kütüphanesi" olarak anılmasını talep etmiş olan dev bir hazine hakkında sizlerle bilgi paylaşımında bulunma imkanına sahip olmak, inanın beni çok mutlu ediyor. Tarihi yapısı, zengin kaynakları ve huzurlu ortamıyla özellikle üniversite öğrencileri ve araştırmacılar için çok işlevli olan bu bilgi deposu; Beyazıt Camii ve tarihî Sahaflar Çarsısı arasında, Beyazıt Meydanı'na bakan iki tarihi binada 1884 yılından beri hizmet veriyor.
Bu kütüphanenin benim için ilgi çekici birkaç özelliği var. Bu özelliklerin benim ilgimi çekmesinin esas sebebi farklı olmaları. Her kütüphanede olan standart olguların dışında... Bildiğiniz üzere, biz insanların değişik olan şeylere odaklanmaya eğilimi vardır; mor çiçeklerin arasındaki sarı çiçeğe doğal olarak gözünüzün kaymasındaki eğilim gibi. Benim de beyimin odak noktasını değiştirmesine, daha önce gezmiş olduğum diğer kütüphanelere nazaran üzerinde daha çok düşünmeme neden olan farklılıklardan bahsedeceğim biraz.
- Girdiğinizde etrafınızda kitap görememeniz
- "Kiosk" sistemi
- Görme engelliler için kaydedilen kitaplar
- Gazetelerin arşivlenmesi
- Sergiler
- Nostaljik gelenekler
- Arkeolojik kalıntıların varlığı
- Büyük okuma salonu
Girdiğinizde kitaplara ve kitaplıklara rastlamamanızın sebebi aslında Kiosk Sistemi ile bağlantılı bir durum. Bu kütüphaneye gelen insanlar ne okumak istediklerini bilerek geliyorlar. Okuyucular, kiosk ismi verilen otomatlara gidip istedikleri kitabın ismini giriyorlar. Girilen isim üzerine kiosk kitabın numarasının yazılı olduğu bir fiş veriyor. Bu fişi kütüphane görevlisine götürüyorlar. Kütüphane görevlisi numarayı, arşiv kısmıyla ilgilenen çalışanlara veriyor; kitap arşivden bulunuyor ve size teslim ediliyor. Aynı zamanda arşiv görevlilerine yardımcı olan küçük kitap asansörleri de mevcut.
Bana kalırsa bu farklılığın hem iyi hem kötü yanları var. İyi yanlarından başlayayım. İlk olarak kitaplar için daha fazla alan var. Kitaplar eğer insanlara açık bir şekilde ortada olsaydı, onları düzgün koyabilmek için az kitaba daha fazla alan gerecekti; aynı zamanda insanların oturup kitap okuyabileceği alanlar daralmış olacak ve bugünkü ferahlık elde edilemeyecekti.
İkinci bir güzellik ise: Kütüphanede o anda kitaplardan yararlanan insanların elinde hangi kaynağın olduğunun kayıtlı olması. Bu, hem kitapların kaybını hem de hasar görmeleri durumunda yapan kişinin bulunamaması oranını en aza indirmiş oluyor.
Bahsettiğim özelliğin kötü yanlarından birincisi: kütüphanenin, insanların zevk için okumaya gelmesine uygun olmaması. Örneğin, kitap okumak için kütüphaneye gittiniz ancak ne okuyacağınızı bilmiyorsunuz ve kitapları inceleyerek orada ne okuyacağınızı seçeceksiniz. Kitabın arka kapağındaki açıklamasını okuyup size uygun olup olmadığına karar verecektiniz, hatta belki kitabın dış görünüşüne aldanacaktınız. Öyleyse planınız bu kütüphanede geçersiz.
Diğer biri ise pek de kötü sayılmayan bir kötü özellik. İçeriye girdiğinizde kütüphaneye girdiğinizi hissetmiyorsunuz başlarda. Ancak çalışan, araştıran ve okuyan insanları gördüğünüzde o kütüphane atmosferini hissediyorsunuz.
En etkileyici farklılıklardan biri " Görme engelliler bölümü"nün olması. Görme engelli vatandaşların özellikle istedikleri kitaplar, bölüm bölüm gönüllü kişiler tarafından kaydedilip CD'lere aktarılıyor. Bu CD'ler Türkiye'nin dört bir yanındaki isteyen görme engelli kişilere gönderiliyor. Kütüphanenin sahip olduğu bu güzel bölüm beni gerçekten mutlu etti.
Üstte görmüş olduğunuz fotoğraflar görme engelliler bölümüne ait. Yanlış hatırlamıyorsam içinde bilgisayarlar ve ses kayıt cihazlarının olduğu altı tane kabin mevcut.
Gazetelerin arşivlenmesi demiştim. Evet, gördüğümüz gazetelere epey bir şaşırdık. Kütüphane görevlisi bize önce 29 Ekim 1923 tarihine ait orijinal gazeteyi gösterdi. Ardından biz meraklılar seksen darbesine ve Mustafa Kemal ATATÜRK'ün ölüm gününe ait gazeteye bakmayı rica ettik.
10 Kasım 1938 tarihli gazeteye bakabilme imkanını elde etmek açıkçası hepimizi bir hayli heyecanlandırdı. Ülkenin büyük kaybı hakkında yazılan yazıları okumak paha biçilemez bir deneyimdi.
Beyazıt Kütüphanesi,1942 yılında iki adet 48 gözlü fiş dolabının yaptırılması sayesinde ülkede modern fiş kataloglama usulünün kullanıldığı ilk kütüphane oldu.
Kitap isteme fişlerinin hala orada duruyor oluşu nostaljik bir hava katıyor okuma salonuna. Kullanılmıyorlar ama eskilikleriyle ortama çok değişik bir hava katıyorlar. İşte nostaljik alışkanlıkların korunmasından kastettiğim şey buydu.
İnternetten okuduğum bir yazıya göre, kütüphanenin restorasyonu sırasına ortaya çıkan Bizans Kilisesi kalıntısı cam bir yüzeyin altında korunmaya alınmış. Eğer bir daha Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ni gezme şansım olursa mutlaka o arkeolojik kalıntıya da bakacağım.
Kütüphanenin en kullanışlı ve estetik yerini anlatmazsam olmaz. Büyük okuma salonu rahatlığı, tarihi dokusu ve imkanları sebebiyle en çok tercih edilen bölüm. Biz girdiğimizde salon üniversite öğrencileriyle dolup taşmış durumdaydı.
Son olarak yazının başında niçin " Kedili Kütüphane" dediğimi açıklamak istiyorum. Bu bilgi bana okuduğumda çok ilginç gelmişti:
1896 yılında kütüphaneye müdür olarak atanan ve görevini 1939 yılına kadar sürdüren İsmail Saip Sencer, kütüphaneyi çok sayıda fare bastığı için çalıştığı dönem boyunca çokça kedi bakmış. Aşırı derecede kedi meraklısı olan İsmail Saip Bey'in döneminde kütüphane "Kedili Kütüphane" diye anılmış.
Gerçekten çok büyük ve ülkemiz için değerli olan bu kütüphaneyi gezip görmenizi, dilediğiniz kaynaklardan yararlanmanızı öneririm.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
ÇOk aydınlatıcı ve oraya gitme isteği duyuran bir yazı olmuş, teşekkürler.
YanıtlaSil