26 Aralık 2017 Salı

ÖZGEN BERKOL DOĞAN BİLİM KURGU KÜTÜPHANESİ






      Geleceği aydınlıklarla dolu olan, yardımsever, kibar ve çok başarılı bir insanmış Özgen Berkol DOĞAN. Hayat ona adaletsiz yüzünü dönmüş. Fizikçi arkadaşları ve hocalarıyla Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi' nde yapılacak yüksek enerji fiziği kongresine giderken ihmaller ve teknik hatalar yüzünden gerçekleşen uçak kazasında aramızdan ayrılmış. İşte bu, arkadaşım Selen ile gezdiğim kütüphane, onun adına kültürlü ve engin bilgilerle dolu gençler yetişsin diye kurulmuş. 




    
      Bu sıcacık, insanları sevgiyle karşılayan kütüphanenin gitmeden önce ilgimi çekmiş olmasının nedeni isminde "Bilim Kurgu" kelimesinin geçmesiydi. Hayalimde çok farklı bir şey canlanmıştı. Ancak gittiğimde beklentilerimin çok üstünde, kişisel olarak bana daha çok hitap eden bir minik cennet olduğunu gördüm. 







   Ağırlıklı olarak bilim kurgu kitaplarına ev sahipliği yapılmasına rağmen en az onlar kadar ansiklopediler, sözlükler, baskısı tükenmiş eserler ve daha fazlası var. Ayrıca edebiyat alanındaki koleksiyon sadece Türkçe yapıtlarla sınırlı değil; Almanca, Arapça, Azerice, Danca, Endonezce, Ermenice, Farsça, Fransızca, Hemşince, Hintçe, Hollandaca, İbranice, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Korece, Lehçe, Norveççe, Rusça, Yunanca ve Sırpça dahil otuzu aşkın dilde eserlerle doluymuş. 




 Kitaplıklar arasından geçerken her kitabı alıp saatlerce incelemek geldi içimden ama maalesef kütüphanedeyken insan zamanın nasıl geçtiğini farkına varamıyor. Zamanın farkına varamamayı bırakın, asıl raflardaki kitaplara parmak uçlarınızın her değişinde içinize işleyen huzurun verdiği keyfin hissedin. Bu kütüphanenin sahip olduğu paha biçilemez kitaplar insana gerçekten ilginç bir deneyim yaşatıyor.












Türkiye'nin tek bilim kurgu kütüphanesi olma özelliğini taşıyan bu genç kütüphane, çalışmak isteyenler için de bir etüt odasına sahip. Özellikle öğrenciler gelip kullanabilirler. Hem İnternetten bile bulamayacağınız bilgilerle dolu kaynaklar hem de sessiz ve sakin bir ortam mevcut. 


  Bu kütüphaneyi kullanan kitlenin özelliklerini soracak olursanız, size cevabım: Her yaştan, farklı farklı tür kitaplara ilgi duyan, her meslek dalından insanlar bu huzur köşesine gelmekteler. Kütüphane, Pazartesi hariç haftanın her günü 11.00- 19.00 saatleri arası açık.


                                                     Aralık 2017 etkinlik takvimi 

   Benim ilgimi çeken ve çok hoşuma giden bir başka şey ise kütüphanede yapılan etkinlikler. Kütüphane, içeriğinde barındırdığı bu nitelikli ve zengin koleksiyonla uyumlu olarak, birçok farklı düşünsel alanda üretici tartışmalara zemin hazırlıyor. Ocak 2013'ten beri devam eden "Perşembe Söyleşileri" bunların en önemlilerinden. Bilim, edebiyat, felsefe ve sinema alanları başta olmak üzere birçok alandan uzman akademisyen, yazar ve ilgili araştırmacılar bu söyleşilerin konuğu oluyorlar.



   Aynı zamanda mimariye meraklı olan bir insan olduğum için otomatik olarak yapıyı inceledim. Dışarıdan klasik ahşap mimarisi ile büyüleyen yapı, içeriden de bir o kadar etkileyici. Bana kalırsa klasik mimaride bir yapıya sahip olan kütüphaneler, modern kütüphanelere nazaran çok daha hoş duruyorlar. Kitaplarla uyum içinde yaşayabiliyor bina.


  Kütüphanede beni aşırı etkileyen muhteşem bir kitap buldum. Bir dahaki gidişimde daha dikkatli incelemeyi düşünüyorum. 
Aynı zamanda kütüphaneden bana H.G Wells'in "Zaman Makinesi" isimli kitabını hediye eden arkadaşımın babasına da çok teşekkür etmek istiyorum. 


 Evet, yazımın sonuna doğru gelmişken kütüphane görevlilerinin ilgisi ve kibarlığından bahsetmeden geçemeyeceğim. Onlara da teşekkürlerimi iletiyorum. 
    İçimden geçen son düşünceler ise Berkol Doğan'ın bizi Kadıköy'de kucaklayan bu bilgi yuvasını mavi göklerden görüp gurur duymasıdır. 


                        Okuduğunuz için teşekkürler...

4 Aralık 2017 Pazartesi

EVRENİN KÖKENİ VE KADERİ




     
      "Evren veya kainat, uzay ve uzayda bulunan tüm madde ve enerji biçimlerini içeren bütünün adıdır." 
       İnternetten "Evren" kelimesinin tanımını araştırırsanız, yukarıdaki cılız cümleyi bulursunuz. Sizce evren bu mudur? Evrenin kökeni nedir? Kaderi nedir? Nereden geldik ve nereye gidiyoruz? 
  
    Bugün sizlerle paylaşacağım yazım, insanoğlunun ilk oluşumundan itibaren aklını kurcalamış olan bir konu. Benim aklımı da on üç yaşındayken ciddi bir biçimde karıştırmıştı. Kendi kendimi sorulara boğuyor, mantıklı bir cevap bulamıyor ve kendimi bomboş hissetmeme neden oluyordu. Bir gün, kitap satan dükkanların birine girmiştim. Bilim kitapları bölümünü incelerken "Zamanın Resimli Kısa Tarihi" isminde bir kitap karşıma çıkmıştı. İlgimi çekti tabi ki ancak pek aldırmadım. 
    
     Birkaç hafta sonra babam, ben ve bir arkadaşı kahvaltı etmeye gittik. Konu bir şekilde kara deliklere gelmişti ki benim de uzun süredir araştırdığım bir şeydi. Babam, arkadaşının bu konularda çok bilgili olduğunu söyleyince tatlı bir sohbete daldık. Kendisi bana Stephen Hawking'in "Zamanın Resimli Kısa Tarihi" adındaki kitabın birtakım sorularımın çözümünü bulma yolunda bana yardımcı olacağını söyledi. Bu kitabın ismi ikinci kez karşıma çıkınca senkronize olmuş kaderin bana bir mesaj vermeye çalıştığını hissettim. (Farkındayım, tuhaf bir düşünce.) Almam gerekiyordu. Babam seve seve almayı kabul etti ve o kitap şu anda sizlere bu yazıyı yazmam için bana, yıllar geçse bile, ilham kaynağı oldu.




EVRENİN BAŞLANGICI  
  Bildiğiniz üzere Galileo meselesinde Güneş'in Dünya'nın çevresinde döndüğünü ilan edip bilimsel bir soruna yasa koymaya çalışarak kötü bir yanlış yapan Katolik Kilisesi, yüzyıllar sonra kozmoloji hakkında danışmak üzere çok sayıda uzmana davette bulunmaya karar vermiş. Stephen Hawking yaptığı konuşmada;  uzay zamanın sonlu olması ancak sınırının olmaması ihtimali üzerinde durmuş. Bu da evrenin bir başlangıcının yaradılış anı olmadığı anlamına geliyor. 




   Kuantum mekaniğinin evrenin kökeni ve kaderini nasıl etkileyebileceğini tartışmadan önce "Sıcak Büyük Patlama Modeli" ni anlamamız gerektiğini öğrendim bu kitaptan.  Bu modelin anlatmak istediği şey şu: Evren genişledikçe içerisindeki tüm madde ve ışınımların soğuduğu görülür.  Çok yüksek sıcaklıklarda parçacıklar inanılamaz derecede hızlı hareket ederler ve nükleer veya elektromanyetik kuvvetler nedeniyle birbirlerine çekilmekten kaçınabilirler. Soğuduklarında ise durum farklıdır. Soğumaları durumunda parçacıkların birbirlerini çekerek kümelenmeye başlamaları görülebilir. Buradan çıkarılabilecek en basit ve temel sonuç ise:
- Yüksek sıcaklıktaki madde = Enerjisi yüksek olan madde
- Düşük sıcaklıktaki madde = Enerjisi düşük olan madde



- Sıcaklık ve enerjinin madde üzerindeki etkisi doğru orantılıdır.
- Evrenin büyüklüğü ve sıcaklığı ters orantılıdır.  


  Atom bombasının da prensibi budur. Atom bombasının merkezinde yaklaşık on milyar derecelik sıcaklıklar yaratılabilir ki bu da evrenin Büyük Patlama'dan bir saniye sonrasındaki sıcaklığıyla karşılaştırılabilir seviyededir. 



  Büyük Patlama'da evrenin sıfır boyutta, dolayısıyla sonsuz derecede sıcak olduğu düşünülmektedir. Evren genişledikçe sıcaklık düştüğü için, patlamadan hemen sonra sıcaklığın on milyar dereceye düşmüş olması gerekir. ( On milyar = 1000 x Güneş'in merkezinin sıcaklığı) Bu ani sıcaklık değişimi, atom altı parçacıklarının birbirlerine olan oranlarında da büyük değişimlere yok açtı tabi ki. 








          
        
     Büyük patlamadan yaklaşık birkaç saniye sonrasında helyum ve diğer elementlerin üretimi sonlanmış olmalıydı. Sonrasında tam ne olduğu kesin bilinmemekle beraber Stephen Hawking'e göre elementlerin üretiminin ardından yaklaşık yüz milyar yıl boyunca evren fazla bir şey olmadan genişlemeye devam etmiş olmalıdır. En nihayetinde bazı bölgelerde genişleme durmuş ve çökmeler oluşmaya başlamıştır. Çökme esnasında ise bu bölgelerin dışındaki kütle çekim kuvveti onların hafifçe dönmeye başlamasına sebebiyet vermiş olabilir. Ardından disk şeklinde dönmeye başlayan galaksiler oluşmuştur. 




 NEDEN,NASIL,NE?

-  Bunca olay neden oldu? 

- Neden bu şekilde oldu?

- Patlama esnasında minicik bir değişim olsaydı insanoğlu var olmayabilirdi? Ama o küçük değişim olmadı, neden?

- Bizler neden var olduk?

- Patlama anındaki ufak farklılık olsaydı evren nasıl olurdu? 

- Bu patlama olmadan önce ne vardı? Patlama nasıl bir ortamda gerçekleşti?

- Bundan sonra evren nasıl olacak?

   Evet, işin içine felsefenin dahil olması an meselesidir benim için. Yukarıda yazdığım sorular beni felsefe kitaplarını karıştırmaya itiyor. İnsanlar bilim ile felsefe arasında ince bir çizgi olduğunu söylerler. Bence felsefe var olmazsa bilim, bilim var olmazsa felsefe var olmaz. İkisi birbiriyle iç içedir ve birbirlerini destekler haldedirler. Sizce varoluşla ilgili kendilerini sorgulayan düşünürler olmasaydı, günümüzde sahip olduğumuz bilgilere sahip olur muyduk? 


GELECEK VE BİZ

   Evrenin kaderini belirleyecek olan birçok etken vardır bana göre. Bunlardan en büyüğü "Kara Delikler"dir. Atomun ciddi dış etkenlere maruz kalmasının ardından elektronların çekirdeğe yapışması ve akıl almaz bir kütleye ulaşmasıyla oluşan kara delikler bilim insanları için büyük önem teşkil ederler. Kara maddeler de aynı şekilde. 

   Karanlık madde ve karanlık enerji oranları, aynı zamanda evrenin geleceği hakkında da bilgi veriyor. Eğer karanlık enerji ağırlıkta  olursa evrenin “büyük parçalanma” ile son bulacağı tahmin eden bilim insanları karanlık madde baskınlığı durumunda da evrenin kendi içine çökeceğini ve bunların oranları, birbirini dengelerse evrenin “düz evren” olarak günümüzdeki gibi hızlı genişlemesine devam edeceği öngörüyorlar. 
  
  Peki ama bu bilgilerden sonra, aklımıza başka sorular gelir: " Eee, ondan sonra ne olacak, evren hiç yok olacak mı? Evren yok olursa zaman ve zaman bükülmesine ne demeli? Zaman hep bizimle mi var oldu? Zaman denilen kavram gerçekten var mı?



    Bu sorular büyük ihtimalle asla tam olarak cevaplanamayacak ve her cevap teoride kalacak. Bu teoriler de meraklı insanoğlunu asla tatmin etmeyecektir. Biz daha asırlar boyunca kendimize sorular sorup gelişmeye devam edeceğiz ancak asla nereden ve nasıl geldiğimizi dini ve felsefik bilgiler ışığı altındaki yorumlarımız dışında bilemeyeceğiz.


Okuduğunuz için teşekkür ederim.











27 Haziran 2017 Salı

Minik Parçalar + Tutku = Ustalık


            
  
   Usta ressamların tablolarını, ünlü mimarların yapıtlarını, büyük yazarların kitaplarını veya bilindik bestecilerin eserlerini düşünün. Neden o tabloya gözünüz kaydı, peki neden herkes o kitabı okuyor, niçin o parçayı dinlerken tüyleriniz diken diken oluyor, milyonlarca turistin o yapıyı ziyaret etmesinin nedeni nedir? 
     

    Hiç bu soruları kendi kendinize sordunuz mu?  Elbette ki sormuşsunuzdur neden onlar değil de bunlar beğeniliyor diye; biz insanlar yapımız gereği bir şeyler sorgulamadan duramayız, bu varoluşumuzdan itibaren bu güne kadar böyledir.

    Bahsettiğim eserler, alanında ustalaşmış kişiler tarafından yapılmış. Bu kişiler yaptıkları işle bütünleşmişler ve o işi yaşamışlar. Bir piyanistin, piyanonun tuşlarını parmaklarının uzantısı olarak hissetmesi gibi düşünün. Size bir örnek:

   " Leonardo da Vinci, on beş yaşındayken çizimlerinin inanılmaz niteliği sayesinde ressam Andrea del Verrocchio' nun Floransa' da bulunan stüdyosunda çalışmaya hak kazanmıştı. Verrochio, stüdyoda genç ressamların çalışabilmesi için tüm olanakları masraftan kaçınmaksızın sağlamıştı. Bir sürü değişik konuda ilginç şeyler öğretiyordu. Leonardo; bunları öğrenmeye hevesliydi ancak sadece verilen görevi yapmakla yetinemezdi, ustayı taklit etmek yerine yeni şeyler keşfetmek, kendi katkısını ortaya çıkarmak istiyordu. 

                                     Leonardo da Vinci

     Bir gün, Verrocchio' nun tasarladığı , İncil' den esinlenme bir tabloya melek resmi yapılması istendi. Meleğin ön sathına bir çiçek tarhı yerleştirdi ama alışılagelmiş bitkiler yerine çocukluğunda ayrıntılı olarak incelediği çiçek cinslerini tercih etti ve hiç kimsenin daha önce görmediği bilimsel bir titizlikle boyadı. Meleğin yüzünü çizerken boyaları karıştırıp, kutsallık havasını ifade eden yumuşak bir parlaklık elde etti. 

    Bu ruhsal ifadeyi yakalamak için yakındaki kilisede saatler geçirip coşkuyla dua edenleri incelemiş ve genç bir erkeğin yüzünü melek için model olarak kullanmıştı. 

   Kanatları da aynı şekilde çok gerçekçi yaratmaya karar verdi. Bunun için pazara gidip birkaç tane kuş satın aldı. Saatlerce kanatlarının bedenleri ile nasıl birleştiğini inceleyip çizim yaptı."




    Yukarıdan anlattığım detaylı çalışmalardan sonra tahmin edebileceğiniz gibi herkesin baktığında büyülendiği ve şoktan kendilerine gelmelerinin çok zor olacağı bir melek ortaya çıktı. Sabır, en derinine kadar araştırma, tutku... İşte bu duygular sayesinde yarattı bu çizimi Leonardo da Vinci. Çizerken yaşadı, fırçayı kolunun devamı gibi kullandı. 

       Bu minik minik ayrıntılar tablonun bütününü oluşturdu. Bizler incelediğimizde hayran kalırız ama fark etmeyiz ki bu detaylar bütünü güzelleştirendir. Da Vinci' nin ünlü Mona Lisa' sı da aynı şekilde Altın oran, kararlığı ve düzgünlüğü temsil eden üçgen uyumları; akışı, döngüyü yani yaşamı sembolize eden çemberler, yuvarlak hatlar... Bu terimler tabloyu gözlerimize şahane gösteren kaliteli şeyler. Leonardo da Vinci insanlara, bilinç altlarına, nelerin hoş geldiğini biliyordu. İnsanları iyi tanıyordu. 

        










     



    Mesela, birçok yekte tarafından ilk çağdaş realist roman sayılan Madame Bovary' nin yazarı Gustave Flaubert; karakterin zehir içerek intihar etmesi durumunu yazarken, zehri içenin neler hissettiğini okuyucuya daha doğru, daha gerçekçi (realist) ve daha etkileyici aktarabilmek için kendisini öldürmeyecek miktarda zehir içmiş. Tekrarlıyorum yarattığı senaryoyu yaşamış. Kitabı okurken bunu bilmiyor olabilirdiniz ancak "Bir zehirlenme olayını ne kadar da ayrıntılı ve kaliteli yazmış!" demiş olabilirsiniz.


    Önceki yazılarımın birinde adı geçen piyanist Seong-Jin Cho 2015 yılında Polonya' da düzenlenen Uluslararası Chopin Piyano Yarışması' nda birincilik elde etti. Yarışmaya hazırlanırken Chopin gibi hissetmek için bir yıl boyunca akıllı telefon kullanmamış ve bana göre parçaları Chopin' in düşündüğü, hayal ettiği gibi çalıyor. Bu kararı, bu bilgiyi öğrenmeden önce vermiştim.

                                       Seong-Jin Cho

    Bu arada şunu belirtmeliyim ki böyle bir yazı yazma fikri okulumuzdaki bilişim teknolojileri öğretmeninin Robert Greene tarafından yazılan "Ustalık" isimli bir kitabı önermesi ile aklıma geldi. Hayatta yaptıklarımın, yapılanların, yapılmış olacakların farkına varmamı sağlayan bir kitap oldu bu  ve anladım ki hepimiz tutkuyla, çabucak bitsin diye geçiştirmeden, sabırla ve dengeli bir ruh haliyle yaptığımız işlere odaklanırsak bu ustalar gibi sonuçlar elde edebiliriz. Aman biz onlar kadar zeki değiliz, biz dahi değiliz ki demeyin sakın! Tabi ki alanlarında yetenekliler ama bizler de kendi ilgi alanlarımızda yetenekliyiz ve onlara yönelip bu işleri başarabiliriz. Bunu zekasıyla bir alakası yok. Friedrich Neitzsche ne güzel söylemiş: "Tanrı vergisi armağanlardan, doğuştan gelen yeteneklerden söz etmeyin. Pek az yeteneği olan birçok büyük insanın adını sayabiliriz. Onlar, başkalarının varlığını bilmediği için övünemediği nitelikleriyle büyüdüler, ' dahi oldular' ( bizim tanımlamamıza göre). Büyük bütünü oluşturmadan önce parçalarını doğru dürüst yapmasını öğrenen becerikli bir işçinin ciddiyetine sahiptiler; bunu yapmak için kendilerine zaman tanıdılar çünkü küçük şeyleri yapmaktan keyif alıyorlardı, baş döndürücü bütünler yerine ikincil parçaları gayet iyi yaptılar."
     Yani doğal yetenek, yüksek zeka derecesi ya da akademik başarı (!) gelecekteki başarıları açıklamaya yetmiyor. 

     
     "Klasik bir örnek olarak Sir Francis Galton ve kendinden yaşça büyük kuzeni Charles Darwin' in yaşamlarını ele alalım. Bu hesaplar uzmanlar tarafından sonradan yapıldı ama, Galton' un IQ derecesi Darwin' den çok yüksekti, görkemli bir bilimsel meslek yaşamı sürdürmesi beklenen harika bir çocuk olarak kabul ediliyordu ancak çalıştığı hiçbir alanda ustalaşamadı. Harika çocuklarda sık sık görüldüğü gibi inanılmaz derecede huzursuzdu.


                 Charles Darwin                   Sir Francis Galton

       Buna karşılık Darwin, yaşama bakışımızı etkileyen çok az sayıdaki bilim insanından biri olarak hak ettiği biçimde kutlanmakta. Kendisinin de itiraf ettiği gibi 'sıradan bir çocuk...zeka açısından ortak standarttan oldukça aşağıda... çok hızlı kavrayamıyor... upuzun ve tümüyle soyut bir düşünce dizisini izleme gücü çok sınırlı.' "
    
     Ama herhalde Darwin, Galton'ın yoksunluğunu çektiği bir şeye sahipti: TUTKU.

Bu yazımda "Ustalık" kitabından alıntılar bulunmaktadır. 

31 Mayıs 2017 Çarşamba

NOTRE DAME DE STRASBOURG



NOTRE DAME DE STRASBOURG





     Bu yazımda sizlere Alsace gezimizin başlarında ziyaret ettiğimiz, Petite France'ta bulunan, uzaklardan kulesinin göründüğü, devasa bir katedral olan Notre Dame de Strasbourg Katedrali'nden bahsetmek istiyorum. 
     Hem gezerken hem de buraya yazacaklarım konusunda araştırma yaparken çok keyif aldığımı belirtmeliyim öncelikle. 






    B ve C sınıfı olarak yaptığımız bu gezide ara ara şehirde serbest zaman dediğimiz, herkesin istediği gibi dolaştığı saatler oldu. Petite France'ta ortak gezdiğimiz yerler içerisinde bu muazzam katedral yoktu. Ben de arkadaşım Duru'ya "Bak Duru, şu katedrale girmemiz lazım. Keşfedemezsem içimde kalır!" diye yalvarınca birlikte gitmeye karar verdik. 
   Maalesef serbest zamanda bizim grubumuzdan katedrali gezen öğrenciler sadece biz ikimizdik. Arkadaşlarımın böyle bir şaheseri kaçırması beni çok üzdü. Ama ne yapalım, tercih meselesi (!)



    Tipik Alsace tarzında, sivri çatı ve pastel renkler üzerinde çizgili desenleri olan, evlerden ve restoranlar ile dolu dar sokaklardan sonra çıktığınız alanda gördüğünüz kocaman, gotik mimarideki yapı insanı büyülüyor.



  İçeriye girdiğimde ilk fark ettiğim şey akustik oldu. Sesler kulaklarıma daha derinden ulaşıyordu. Karşıya ilk baktığımda hemen parlayan haç işaretini ve camlardan yansıyan ışıkları gördüm. Size bir tavsiye - şu ana kadar gezdiğim katedrallerde gördüğüm kadarıyla - bir katedrale girdiğinizde sadece karşıya bakmayın. Arkanıza döndüğünüzde yani ana duvarın karşısındaki insanların pek dikkatini çekmeyen duvara baktığınızda, ikinci büyülenme gerçekleşiyor.



  Şu camın üzerine işlenmiş desenlere bakar mısınız!!! Muhteşem. Kameramı camın üzerinde odakladıktan sonra parlaklığı azaltınca, böyle bir fotoğraf ortaya çıktı. Bu cam, 14. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış.




   12. yüzyılın sonunda inşaatına başlanmış olan bu yapının çan kulesi 142 metre ve bu kulenin inşaası 1419' dan 1439 yılına kadar sürmüş.





     Bu orgu görünce inanılmaz heyecanlandım. İlk defa canlı canlı gördüm. Orgda ve en eski barok tarzda piyanolarda çalınan parçaları çalabiliyorum. Umarım bir gün bu deneyimi yaşarım





   Üstteki resimde görmüş olduğunuz Astronomik Saat ( L'Horloge Astronomique) güzel katedralimizin en meşhur nesnelerinden. Ahşaptan ve taştan yapılmış olan bu saatin üzerinde ud çalan heykelcikten arp çalanına, hafif ürkütücü ve ölümü temsil eden iskeletinden, yaşamı temsil eden İsa Peygamber'in aydınlık görüntüsüne kadar bir sürü küçük ayrıntı var. 
   Astronomik Saat'e "Üç Kralın Saati" de deniliyomuş.

    


     Katedralden aldığım dergiden okuduğum bilgilere göre eskiden bir horozu varmış bu saatin. Bu horoz gün içinde üç kez görünüp şarkı söylüyormuş. Horoz (1354 ) şimdi Dekoratif Sanatlar Müzesi' nde sergileniyor.




Yine dergiden çektiğim bir fotoğraf.  Hangi gündeysek ona göre üstteki figürler çıkıyor. Tekerleklerde:

La Lune - Lundi
(Ay- Pazartesi)

Mars- Mardi
(Mars- Salı)

Mercure- Mercredi 
( Merkür - Çarşamba)

Jüpiter- Jeudi
( Jüpiter- Perşembe)

Venus- Vendredi
(Venüs- Cuma)

Saturne- Samedi
( Satürn- Cumartesi)

 Le Soleil - Dimanche
(Güneş- Pazar)

yazıyor.  Pazar bir önceki sayfada bulunuyor. Günler Roma Tanrıları'nın isimleri ile anılmış. Pazar hariç ama pazarın gösterildiği vagonda da Apollon oturuyor.





Mevsimler, burçlar, ayın ve güneşin doğuşu batışı da süslü bir şekilde gösterilmiş. 

   Saat ise iki küçük melek tarafından gösteriliyor.




   Yıldızların konumunu bile gösteren bu saat o zaman için çok gelişmiş bir icat. Beni hayretlere düşürdü açıkçası.

Katedralin içindeki satış yerinden bunları aldım:









     Diğer fotoğraflar:
                         Dilek dileyen insanların yaktıkları mumlar

                       Katedrale giden yollardaki restoranlar

                                     Katedral Meydanı

Petite France' taki kanal.



   Ben Orta Çağ'dan kalan yerleri gezdiğimde kendimi çok huzurlu hissediyorum. Nedenini bilmiyorum. Özellikle gotik mimariye sahip binaların içine girince bana çok tanıdığım yerlermiş gibi geliyorlar. Sanırım o zamanlarda yaşamalıymışım...

L'orientalisme au Musée de Pera

                              La mélodie orientale en Europe  "Orientaliste: Homme qui a beaucoup voyagé."- Gustave Flaube...